1)
YÖK BAŞKANINA HEM SAVCI HEM YARGIÇ YETKİSİ
TBMM’ne sunulan ve bu
günlerde Milli Eğitim Komisyon’unda görüşülmekte olan yasa tasarısı
(*) ile,
üniversite öğretim elemanlarına ilişkin disiplin mevzuatında yaptığı
değişiklikle üniversite özerkliğine öldürücü bir son darbe indirilmesi söz
konusudur.
(*)
“Milli Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı”
Önceki YÖK yasasının 53.
maddesinde yer alan disiplin mevzuatı hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmesiyle doğan yasal boşluğun doldurulması amacıyla yapılan yeni
düzenleme fırsat bilinerek, YÖK Başkanına hem savcı hem de yargıç olmasını
sağlayacak hukuk dışı yetkiler
verilmektedir. YÖK Yasasınının önceki halinde yer alan 53/a maddesine göre YÖK Başkanı, Yükseköğretim
Kurulu üyeleri ile üniversite rektörlerinin disiplin amiriydi. Yeni
tasarı bu maddede yaptığı değişiklikle YÖK başkanına ayrıca tüm
öğretim elemanlarının da disiplin amiri olma yetkisi tanımaktadır.
Tasarıdaki
53/Ç
maddesinin (e) bendine göre , YÖK başkanı
uyarma cezası gerektirenler dışında daha üstteki tüm cezalara ilişkin
bir disiplin suçu işlediği öne sürülen öğretim üyesi hakkında doğrudan
soruşturma açabilecek, eğer o öğretim
üyesi hakkında üniversitesi (rektör ya da dekan) bir soruşturma başlatmışsa,
soruşturma raporu dosya ile birlikte doğrudan YÖK başkanlığına gönderilecek ve
bu kapsamda yapılan soruşturmalar sonucunda kınama cezası YÖK başkanınca, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden
fazla ücretten kesme cezası, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile
kamu görevinden çıkarma cezası YÖK
Yüksek Disiplin Kurulunca (YÖK Genel Kurulu) verilecektir. Siyasi
tercihleri yansıtan mevcut atama sisteminde Yüksek Disiplin Kurulu demek YÖK
Başkanı demek olduğundan, böyle bir disiplin soruşturması usulü, YÖK başkanının hem savcı hem yargıç durumuna
getirilmesi demektir.
Tasarıda
sıralı disiplin amirleri (Rektör, Dekan, Yüksekokul Müdürü) yanında ayrıca YÖK
başkanına da soruşturma açma yetkisi verilmesi, YÖK’ün öğretim üyelerinin
cezalandırılmasında üniversite yönetimlerine son zamanlarda duymaya başladığı
güvensizliğin sonucudur. Öğretim üyesi hakkında üniversitesi (Rektör ya da
Dekan) soruşturma başlatmış olsa bile, soruşturma raporu ve dosyanın üniversite
bir karar vermeden YÖK Başkanlığına gönderilme zorunluluğu getirilmesi bu
güvensizliğin kanıtıdır.
YÖK’ün
ya da siyasi otoritenin uygulamalarını eleştiren bir öğretim üyesinin eylemini,
üniversitesi düşünce ve ifade özgürlüğü
kapsamında görüp soruşturma açmaya gerek görmez ya da soruşturma açsa da, ceza verileceği konusunda güvensizlik
duyulursa, YÖK başkanlığı derhal
tasarıyla kendisine verilen olağanüstü soruşturma açma yetkisini kullanıp o
öğretim üyesinin kamu görevinden çıkarılmak dahil mutlaka cezalandırılmasını sağlayabilecektir.
YÖK
başkanlığınca yapılacak soruşturma sonucunda kınama cezası dışındaki cezaların
Yüksek Disiplin Kurulu’nca verilecek olması YÖK başkanının olağanüstü yetkisini
olağan kılmaz. Çünkü siyasi tercihleri
yansıtan mevcut atama sisteminde Yüksek Disiplin Kurulu demek YÖK Başkanı demektir. Dolayısıyla bu
işleyişte YÖK başkanının hem savcı hem de yargıç durumunda olacağı
açıktır.
Sonuç
olarak söz konusu yasa tasarısıyla disiplin soruşturmaları için YÖK başkanına
hem savcı hem de yargıç kılacak şekilde
tanınan olağanüstü yetkiler hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Tasarı aynen yasalaştığı takdir de
üniversite özerkliği tamamen ortadan kaldırılmış ve üniversitenin suskunluğu uzun yıllar değiştirelemez
şekilde pekişmiş olacaktır. Üniversitesi susturulan bir ülkenin gideceği yer
ise ortaçağ karanlığından başka bir şey değildir.
2)TASARIDAKİ
İNTİHAL TANIMI BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN CEZALANDIRILMASINI OLANAKSIZ
KILACAKTIR.
İntihal (bilim hırsızlığı),
önceki disiplin mevzuatında olduğu gibi yeni tasarıda da en ağır ve onur yüz
kızartıcı suç olarak yer almış ve cezası
da olması gerektiği gibi “üniversite
öğretim mesleğinden çıkarılmak” olarak belirlenmiştir. Ancak, Üniversite öğretim mesleğinden çıkarılmayı
gerektiren fiil tasarının 27/b/5 maddesinde öyle bir tanımlanmıştır
ki, intihalcilere cezadan kurtulmak için adeta bir sığınak yaratılmıştır.
Cezai yaptırımı üniversite öğretim mesleğinden
çıkarma (ya da
bir ara getirildiği gibi kamu görevinden) çıkarma cezası olan
intihal, Anayasa
Mahkemesi’nin iptal kararı nedeniyle şu anda işlevsiz olan önceki disiplin
mevzuatında evrensel bilim etiği ilkelerine uygun olarak "bir başkasının bilimsel eserinin
veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi
göstermek" diye
tanımlamıştı.
Bu everensel tanım, disiplin mevzuatının yeniden düzenliği söz konusu
yasa tasarısında değiştirilerek şu şekle sokulmuştur;
“(İntihal), kasten
başkalarının özgün fikirlerini, metodlarını, verilerini veya eserlerini
bilimsel kurallara uygun biçimde hiç atıf yapmadan eserin
bütünü dikkate alındığında önem arz edecek şekilde kısmen veya
tamamen kendi eseri gibi göstermektir”.
Önceki düzenlemelerde intihalin
gerçekleşmiş sayılabilmesi için,
evrensel tanımına uygun olarak “kaynak
göstermemek” dışında başka bir koşul aranmazken, tasarıyla getirilen yeni
düzenlemede, intihalin gerçekleşmiş sayılması için kasten yapılmış olma yani “kaynakları bilinçli bir şekilde
göstermeme” / “kasten aşırmış olma” ve “eserin
bütünü dikkate alındığında çalıntıların önem arzetmesi” gibi koşullar getirilmiş
olması son derece dikkat çekicidir.
Açıkçası tasarıdaki üniversite
öğretim mesleğinden çıkarma gibi onur
kırıcı ve son derece ağır bir ceza gerektiren intihal eyleminin ne
olduğunu açıklayan ifade, sanki intihali
değil de intihal suçundan kurtulma ya da kurtarılma yollarını tarif etmektedir.
İntihalle suçlanan bir öğretim elemanı bu tarifi uygulayıp kendisini, “sehven kaynak göstermediğini”
söyleyerek, “başka eserlerden kaynak
göstermeden yaptığı alıntıların çalışmasının bütünü dikkate alındığında son
derece önemsiz kaldığını” ileri sürerek, ya da yüzde yüz aşırma olan
tezler ve makaleler için yapıldığı gibi, “tezimi/
makalemi başka bir eserden aldığım doğrudur, ancak ben bunları nereden aldığımı açıkça yazdım” diyerek
savunabilecek ve bu savunma ilk başkanı hakkındaki intihal suçlamasından
başlayarak, 34 yıldır geleneksel olarak intihali yok göstermeye odaklanmış YÖK
sistemi tarafından kabul edilip aşırmacı kolaylıkla aklanabilecektir.
“Kaynakları
sehven göstermedim” diyerek aklanma olanağı sağlanması, aşırmacılara “sehven intihal sığınağı” diyebileceğimiz
bir sığınak sunmak demektir. Evrensel bilim ahlakı normlarında bilimsel
aşırmacılığı kasıt unsuru arayarak “sehven
intihal sığınağı” içine sokmaya çalışan çarpık bir anlayışa yer yoktur. Her
şeyden önce intihalin “kasten”i, “sehven”i olmaz. İntihal, yani aşırmak
bilinçli bir eylemdir. Çünkü söz konusu aşırmayı yapan kişinin, aşırma yaptığı
eserin bir sahibi olduğunu bilmemesi olanaksız olup aşırmacı, yazarı belli bir
eserden bilerek aşırır ve bulunduğu akademik ortamda kendininmiş gibi kullanır.
Girdiği evden çaldığı mücevherleri satarken yakalanan bir hırsız, mahkemede “bilmeden yanlışlıkla-sehven aldım” ya
da “sahipsiz sandım, bir kastım yoktu” diyerek
cezalandırılmaktan kurtulabilir mi?
Sonuç olarak söz konusu yasa
tasarısında intihalin gerçekleşmiş sayılmasının “kaynak göstermemek” dışında,
yukarıda açıklandığı türde etik dışı koşullara bağlanması, bir anlamda şimdiye
kadarki örtbas etme yöntemlerinin nasıl
işlediğini göstermektedir. Akademik ahlaka aykırı olan bu örtbas etme
yöntemleri, tasarı aynen yasalaşacak olursa disiplin mevzuatına da yazılmış
olarak adeta meşrulaştırılarak eleştirilemez kılınacak ve şikayet / dava konusu
yapılmasının önü kesilmiş olacaktır. YÖK düzeninin şimdiye kadar ki
uygulamalarıyla katlettiği bilim ahlakının bir gün yeniden canlanıp akademik
yaşamdaki yerini alması isteniyorsa tasarıdaki söz konusu koşullu intihal
tanımından derhal vazgeçilmelidir.
Kamuoyunun bilgisine sunulur.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı
Tüm Öğretim Elemanları
Derneği (TÜMÖD) İzmir temsilcisi
e-posta: kayhankantarli@gmail.com
e-posta: kayhankantarli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder